31 Ekim 2016 Pazartesi

HAMİLELİKTE YAŞADIKLARINIZ ÇOCUĞUNUZUN KADERİNİ BELİRLEYEBİLİR Mİ

RAHİM. ANNEN. SEN.
Anne karnındaki ilk 9 ay hayatınızın geri kalanını nasıl şekillendirir?

Kanser. Kalp hastalıkları. Obezite. Depresyon. Bilim adamları artık yetişkin sağlığını doğumdan önceki 9 ayın izini sürerek keşfedebiliyor.

Annie Murphy Paul
Çeviri: Derya Doğru 
Bizi biz yapan nedir? Neden bazı insanlar anksiyeteye, aşırı kiloya ya da astıma daha yatkındır? Nasıl oluyor da bazılarımız kalp krizine, diyabete ya da yüksek tansiyona daha meyilli oluyor?
Bu sorulara klasik bir dizi yanıt mevcut. Genlerimizden dolayı böyleyiz: döllenmeyle miras aldığımız DNA'lar. Çocukluk deneyimlerimiz: Nasıl yetiştirildiğimiz ve özellikle çok önemli olan ilk 3 yıl boyunca edindiklerimiz. Ya da yaşam biçimimiz: nasıl beslendiğimiz, ne kadar egzersiz yaptığımız.
Ancak pek önemsemediğiniz başka önemli bir faktör daha var: bir fetüs olduğunuz dönem. Ana rahminde aldığınız besinlerin miktarı ve türü; gebelik süresince maruz kaldığınız kimyasallar, ilaçlar ve enfeksiyonlar; annenizin size hamileykenki sağlık durumu, stres düzeyi ve akıl sağlığı-tüm bu faktörler sizi bir bebek ve bir çocuk olarak şekillendirmiştir ve bugüne kadar da sizi etkilemeyi sürdürür.
Ceninsel köken olarak bilinen bu alanın provokatif iddiası, yaşamımızın en önemli periyodunu inşa ediyor; kalıcı bir şekilde beyin ağını ve kalp, karaciğer ve pankreas gibi organların işlevini etkiliyor. Uterusta maruz kaldığımız durumların; hastalıklara yatkınlığı, arzuları (iştahı) ve metabolizmayı, zeka düzeyini ve mizacı belirlediği iddia ediliyor. Son 10 yılı aşkın süredir kaynaklarda kanser, kardiyovasküler hastalıklar, alerjiler, astım, yüksek tansiyon, diyabet, obezite, akıl hastalıklarında - hatta kireçlenme, osteoporoz ve bilişsel düşüş gibi ileri yaşlarda görülen hastalıklarda- cenin kökenine gidilerek referans verildiğini bulabilirsiniz.

Doğum öncesinin etkisi görüşü cenini geliştirmeye yönelik basit girişimleri anımsatabilir: Annenin karnına Mozart dinletmek, vb. Aslında uterusta devam eden şekillenme ve biçimlenme bundan daha iç organsaldır ve önemlidir. Hamile kadının gün içerisinde yaşadığı çoğu şey -aldığı nefes, yediği ve içtikleri, maruz kaldığı kimyasallar, hatta hissettiği duygular- çeşitli şekillerde ceniniyle paylaşılır. Cenin bu sunulanları bedeninde birleştirir, dokusunun ve kanının parçası haline getirir.
Fetüs/Cenin sıklıkla daha da fazlasını yapar: anneden aldıklarını dış dünyadan gelen bilgi ve biyolojik veriler olarak işler. Fetüsün uterusta ilgisini çeken Mozart'ın Sihirli Flüt'ü değil yaşamsal durumuyla ilgili çok daha kritik sorulara yanıtlardır: Bolluk içindeki mi kıtlık içindeki mi bir dünyaya gelecek? Güvenilir ve korunaklı olacak mı yoksa sürekli tehlike ve tehditlerle mi karşılaşacak? Uzun ve rahat bir hayat mı yoksa kısa ve eziyetli bir hayat mı yaşayacak?
Ceninsel köken araştırmaları - sağlık ve hastalıkların gelişimsel kökeni olarak da adlandırılır- insanların niteliklerinin nereden geldiği ve ne zaman gelişmeye başladığı hakkında düşünmek açısından devrim niteliğinde bir girişimdir. Bu gebeliği bilimsel keşif alanına dönüştürmektedir: Ulusal Sağlık Kurumu geçen yıl doğum öncesi konularını inceleyecek 10 yılı aşması beklenen bir çalışma başlattı. Bu ayrıca biyoloji dışındaki düşünürlerin perspektiflerini de değiştiriyor. Örneğin Nobel ödüllü ekonomist Amartya Sen bir toplumun sağlığı ve verimliliğinde (üretkenliğinde) ceninsel kökenlerin önemi hakkında yazılan bir makalenin yazarlarından biri: yazısında doğum öncesi dönemin zayıf olmasının, "yetişkin dönemde başa bela olacak hastalıkların tohumunu ektiğini" kaleme aldı. Ve bu, rahmi, korunma için hedef yaparken, doğumdan önce yapılacak müdahalelerle, obezite ve kalp hastalıkları gibi toplum sağlığını tehdit eden hastalıklarla mücadelede umudu artırıyor.

Yukarıda sırasıyla bir ceninin 20 -24 ve 30. Gününün temsili resmini görüyorsunuz. 30. Gününden itibaren cenin ananın tüm duygusal ve fiziksel etkileşimlerini, beslenmesini ve duygularını –sadece- kaydetmeye başlar. 

Ceninsel Kökenin Başlangıcı

20 yıl önce David Barker adındaki bir İngiliz doktor ilginç bir karşılıklı ilişkiyi (korelasyonu) fark etti: İngiltere ve Galler'in en fakir bölgeleri, en yüksek kalp hastalıkları oranında birinciydi. Bunun neden böyle olduğunu merak etti, ne zaman kalp hastalığının zenginlikle-yerleşik hayat ve zengin yiyecekle ilgili olduğu sanılmıştı? Araştırmaya karar verdi, 15 bin yetişkin kişinin doğdukları kiloları karşılaştırdığında, -sıklıkla gebelikte yetersiz beslenme kaynaklı- düşük kiloda doğma ile orta yaşta kalp hastalığına yakalanması arasında beklenmeyen bir ilişki keşfetti. Yetersiz besin sonucuyla karşılaşan Barker, ceninin besinleri en önemli organı olan beynine alırken, vücudunun diğer bölümlerine idareli besin harcadığı - ve ileride bu borçlanmanın zayıf kalp şeklinde geri geldiği tahmininde bulundu.
Barker sonuçları meslektaşlarıyla paylaştığında alay ve yuhalama ile karşılandı. "Kalp hastalıklarının hep genetik ya da yetişkinlerin yaşam biçimleriyle ilişkili olduğu sanıldı" diyen Barker, şimdi 72 yaşında ve İngiltere'deki Southampton Üniversitesi'nde ve Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nde profesör. "İnsanlar rahim içindeki fetüsün deneyimiyle bir şeyler yapılabileceği düşüncesiyle alay ettiler." Barker binlerce kişiden doğum kilosuyla kalp hastalığı arasındaki ilişki için kanıt toplama konusunda ısrar etti. Yıllardır bu düşünce Barker hipotezi (varsayımı) olarak biliniyor.

Zaman içerisinde Barker'ın görüşünün aksi yönünde gelişimler başladı. Brigham ve Boston'da Kadınlar Hastanesi'nde epidemiyolojist olarak görev alan Janet Rich-Edwards, Barker'ın hipotezini çürütme maksadıyla çalışmalara girişti. Rich-Edwards, "Mevcut risk faktörlerinin gelişen hastalıkların artışını belirlediğine inandırıldım, bir ceninken olmuş olan bir şey yok" diyor. Ancak Rich-Edwards ekliyor, "Verileriniz gibi aklınızı değiştirecek başka bir şey yoktur. "Rich-Edwards, Hemşire Sağlık Çalışmaları'ndaki 120 binden fazla kayıtlı hemşirenin uzun soluklu araştırmasının sonuçlarını analiz etti. Hatta hemşirelerin yaşam biçimlerini ve sosyo-ekonomik statülerini dikkate aldığında dahi, düşük kiloda doğma ve kardiyovasküler hastalık riski ilişkisinin olduğu savı sağlam bir şekilde yerini korudu. "O zamandan beri 20'den fazla benzer çalışma yürütüldü. Bu, halk sağlığı alanındaki en sağlam yinelenen (tekrarlanan aynı deneyin) verilerinden biriydi."
Bilimi ele alan bir gazeteci olarak, ceninsel kökenle ilgili şeyleri ilk duyduğumda konu ilgimi çekmişti. Ancak iki yıl önce alanı daha derinlemesine araştırmaya başladım, artık daha kişisel bir motivasyonum vardı: Yeni hamileydim. Önümdeki 9 ay boyunca yaptıklarımın çocuğumun hayatının geri kalanını etkileyeceği doğruysa, daha fazlasını bilmem gerekiyordu.
Tabi ki günümüzde hamile hiçbir kadın bebeğini nelerin etkilediğini anlatan şeylerden kaçamaz. Doktordan, gazeteden, hamilelikle ilgili rehber kitaplardan görür, duyar: Bunu ye, bunu içme, daima ihtiyatlı ol - asla stres yok gibi... Gebe anneler hamileliğin çok zor bir 9 ay olduğu, suçluluk duygusu ve keyiften mahrumiyet duyguları nedeniyle hoş görülmelidir ve bu araştırma da sorumluluklara yenisini eklemenin habercisiydi.
Öğrendiklerimi kendi hamileliğimde uyguladığımda, ceninsel kökenler üzerine çok farklı bir perspektif geliştirdim. Görüştüğüm bilim adamları uyarılarda bulunmaktan ziyade keşfin coşkusuyla doluydular ve keşiflerinin olumlu bir fark yaratacağı umudunu taşıyorlardı. Hamilelik boyunca her şeyin kötü gidebileceği türünde söylemleri duymaya aşinaydık fakat bu araştırmalar sıklıkla ilerideki yaşamdaki şeyleri iyileştirecek rahmin içindeki ortamı ortaya çıkarıyordu.

hassas oldukları fikrini veriyor" diyen Monk ekliyor: "Belki bu, anne babadan geçen genetik yatkınlığın sonucudur. Ya da ceninlerin sinir sistemi zaten annelerinin duygusal durumları tarafından şekillendirildiği için bu böyle olabilir. "Kadınların kalp atış hızı ve kan basıncının ya da stres hormonu düzeylerinin rahmin içindeki ortamda 9 aylık gebelik dönemi üzerinde etkisi olabildiğini açıklayan Monk, kişinin ilk ortamının etkilendiğini dolayısıyla da gelişiminin şekillendiğini belirtiyor.
Monk'un fetüsler arasında bulduğu farklılıkların doğumdan sonra da süreceği gözüküyor. Kalp atış hızı gibi temel psikolojik şablonların mizaçtaki daha genel farklılıklarla ilişkili olduğunu söyleyen Monk ekliyor: "Mizaç çeşitliliklerinin kökeni rahme kadar gidebilir."

Gebe kadının duygusal durumunun daha sonra bebeğinin zihinsel hastalıklara karşı duyarlılığını etkilemesi bile olay olabilir. Monk, "Bazı kişilerin depresyon ve anksiyete gibi durumlara genetik yatkınlığı olduğunu biliyoruz. Ve biliyoruz ki akli dengesi bozuk anne-babalar tarafından yetiştirilen bebeklerin zihinsel hastalık riski artabiliyor. Belki de rahim içi ortam ailelerde zihinsel hastalıkların geçmesinde üçüncü bir yoldur. Bu tip bir araştırma kim olmaya başladığımız başlangıç zamanına geri götürüyor" diyor.


Akıl Sağlığının Kökleri

Şizofreni

Çalışmalar gebelik dönemi stresli ya da açlıkla geçen kadınların doğurdukları bebeklerin genç erişkin dönemlerine geldiklerinde, gebeliği daha sakin geçenlerinkinden daha fazla şizofreni olabileceğini öne sürüyor. Annenin yetersiz beslenmesi hastalıklara neden olarak sinirsel gelişimi hasara uğratabiliyor. 

Depresyon
Araştırmalar depresyonlu kadınlardan doğan bebekler arasında prematüre ve düşük kiloda doğma oranının yüksek olduğunu gösterdi. Bilim adamları aynı zamanda annenin ruhsal durumuyla fetüsün strese duyarlılığı arasındaki muhtemel ilişkiyi, hatta belki doğumdan sonraki mizacı keşfediyor.



Devam Eden Araştırmalar

ULUSAL ÇOCUK ÇALIŞMALARI
nationalchildrensstudy.gov
Hamile kadınlar, doğum öncesinden 21 yaşına kadar 100 bin ABD'li çocuk üzerinde yapılacak araştırmaya 2009 senesinde kaydolmaya başladılar.

VİVA PROJESİ
dacp.org/viva
Araştırmacılar 10 yılı aşkın süredir Boston bölgesinden 2 binden fazla çocuğu cenin oldukları dönemden beri izlediler.

KOLOMBİYA ÇEVRESEL ÇOCUK SAĞLIĞI MERKEZİ
cumc.columbia.edu/dept/mailman/ccceh
Araştırma merkezi doğum öncesinde maruz kalınan çevre kirliliğinin etkileri üzerine çalışıyor.

Geleceğe Dönüş

Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı'nda profesör olan Matthew Gillman, 10 yıl önce Viva Projesi'ne - Boston bölgesinden 2 binden fazla çocuğun cenin oldukları dönemden beri izlendiği çalışma- başladığında, çocuklukta yaşananların daha sonra sağlık üzerindeki etkilerini incelemeyi istediğini biliyordu. Gillman, "Ancak David Barker'ın araştırması beni meraklandırmaya başladı: Bu deneyimler tam olarak ne zaman başlar? Bunların doğumdan önce başladığını düşünmeye başladım, e o zaman çalışmam da doğumdan öncesi olmalıydı" diyor. Proje daha şimdiden astım, alerji, obezite ve kalp hastalıklarının ve bunun yanı sıra beyin gelişiminde gebelik dönemi etkilerinin ceninsel kökenlerini aydınlığa kavuşturmaya başladı.

Bu konuda daha aydınlığa kavuşacak çok şey var. Bu sene Ulusal Çocuk Araştırmaları'nın, sağlığın ve hastalığın gelişimsel kökenlerini meydana çıkarmak için çalıştığı, devletin de fon sağladığı büyük projesine 100 bin hamile kadın kayıt yaptırdı. Araştırmacılar kadınlarla görüşerek hamilelik süresince davranışları hakkında bilgi alıyor; saç, kan, tükürük ve idrar örnekleri alıyor; ve evlerindeki su ve tozları test ediyor. Kadınlar ve çocukları, çocuklar 21 yaşına gelene kadar izlenecek, prematüre ve kusurlu doğum nedenlerine ilişkin çalışmadan ilk sonuçların 2012'de alınması bekleniyor.

Araştırmanın bir diğer kısmı da hastalıkları önleme amacıyla müdahaleleri geliştirmek. Oregon Devlet Üniversitesi Linus Pauling Enstitüsü'nün baş araştırmacısı David Williams, gebelik süresince alınan bazı maddelerin bebeği hastalıklardan koruyarak uzun yaşamı sağlayabilmesini test ediyor. Williams'ın çalışmalarında, gebelikleri boyunca lahana ve brokoli gibi sebzelerden elde edilen bir bitki kimyasal (fitokimyasal) yutan farelerin yavrularının, bir kanserojene maruz kalınmasına rağmen çok daha az kanser olduğu görüldü. William'ın deneyindeki yavru fareler sütten kesildikten sonra bu koruyucu kimyasallarla bir daha hiç karşılaşmadılar, hatta maruz kalmaları onları olgunlukta kanserden korudu. Williams bir gün, gebe kadınlara diyet takviyesi reçetesi yazılarak çocukların gelecekte kanserden korunacağını öngörüyor. Williams "Bu bilim kurgu değil. Bence bunun başındayız" diyor.

Ceninsel köken araştırmalarından toplanan bilgiler bizler için de faydalı olabilir. Harvard Tıp Okulu'nda Doç. Dr. olan ve Joslin Diyabet Merkezi'nde çalışan Mary-Elizabeth Patti, "Yetişkin hastalarıma her zaman doğdukları kilolarını sorarım. Çoğunlukla hastalar bu soruya şaşırırlar, kendilerinin şu anki yaşam biçimlerini soracağımı sanırlar. Ancak biliyoruz ki düşük kiloda doğan bebeklerin yetişkinliklerinde şeker hastası olma riski daha yüksek, o yüzden bunu bilmek hastaların durumuyla ilgili daha net bilgi sağlıyor" diyor. Patti hastaların doğdukları kilo bilgisinin, nasıl iyileştirme çalışmalarına dönüştürülebileceğini araştırıyor.

Bu ihtimaller garip ve şaşırtıcı görünebilir, öte yandan bizim kendi yetişkinliğimiz hakkındaki her şeyi çocukluğumuzdaki deneyimlerimize borçlu olduğumuz düşüncesi bir zamanlar saçma da görülmüştü -ilk Sigmund Freud bu oluşum yıllarına dikkatimizi çekmişti. Zamanla ve kanıtlarla, sağlığımızın ve iyi olmamızın gebelik boyunca belirlendiği fikri de daha mantıklı görülebilir. Belki ilk fotoğraf kareleri hastanedeki doğum sepetleri yerine rahimde çekilen çocuklarımız, ceninsel köken düşüncesini hiçbir şekilde tuhaf bulmayacaklar.

Benim için, 9 ay karnımdaki bebek şimdi sarışın Gus adında emekleyen bir çocuk. Onun kendine has özellikleri nereden geldi? Güçlü mü hastalıklı mı, hareketli mi sakin mi olacak? Geleceği nasıl olacak? Tüm bunlar ebeveynlerin çocukları için uzun uzun düşünüp taşındıkları sorular. Daha da ötesi, yanıtlar rahmin içinde bulunacak gibi görünüyor.



KAYNAK:
http://healthland.time.com/2010/09/24/how-the-first-nine-months-shape-the-rest-of-your-life/
http://www.time.com/time/health/article/0,8599,2020815,00.html 

www.psikoestetik.com sitesinden alınmıştır.

7 Ekim 2015 Çarşamba

GÜZEL BİR UYKU İÇİN

Günümüzde özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve hatta çalışan insanların en muzdarip olduğu konulardan biri de geceyi doğru ve sağlıklı geçirememeleridir. Uyku, hepimize bir lütuf, dinlenme ve zihinsel sağlama yapmak için sunulmuş bir fırsat olsa da ne yazık ki alışkanlıklarımız bizi gecenin nimetlerinden uzak tutmakta.
Oysa insan ömrünün ortalama üçte biri uykuda geçmekte.





Sağlıklı bir uyku ve gördüğümüz rüyaları hatırlamak için;
Kendimize sözlü telkinde bulunabiliriz. Sakin bir ortamda, hafif kısık bir sesle “Rüyalarımı kolayca hatırlarım” cümlesini birkaç defa söylemek yardımcı olacaktır.
Yatmadan önce sigara, alkol, ağır yemek gibi uyarıcı alışkanlıklardan vazgeçerek, en azından son birkaç saat içinde yapmamak rüya hatırlamak ve güzel bir uyku için çok önemlidir.
Yatağınız, yastığınız, yorganınız mümkünse doğal –teknolojik olmayan- malzemelerden olsun. Elektrikli battaniye gibi vücut dengesini bozan alışkanlıklara da dikkat. Ayrıca yatak odanızda bitki bulundurmayın; geceleri karbondioksit yayarlar.
Uyuduğunuz odada mümkün olduğunca tüylü halı, örtü vb. şeyleri tercih etmeyin. Derin uyku sırasında savunmasız kalan sistem ağızdan nefes almaya yönelir. Bu durumda filtre görevi gören burun devre dışı kaldığından havada ki partiküller ve tozlar doğrudan ciğerlere ulaşarak birikir.  
Açık TV. ve radyo karşısında uykuya kalmayın. Beyin sürekli kayıtta olduğundan bir filmi veya belgeseli sonradan rüya imiş hissine kapılabilirsiniz.
Cep telefonu, bilgisayar gibi elektromanyetik dalgalar ve radyasyon yayan cihazları odanızda (tutmayın ama mecbursanız) en az 1-1,5 m. uzakta ve kapalı tutun. Yatmadan önce birkaç dakikadan uzun cep telefonu görüşmeleri yapmayın. Bu durumda görüşme bittikten sonra dakikalarca beynin konuşma yapılan bölgesine elektromanyetik dalgaların gelmeye devam ettiği laboratuvar ortamında tespit edilmiştir.
Evcil hayvanlarla birlikte uyumayın.
Cinsel ilişkinin mahrem olduğu kişi dışında -6 aylığa kadar bebekler hariç- kimseyle aynı yatakta uyumayın. Derin uyku sırasında beyin yanınızdakine cinsel içgüdü yollar ve alır.
Uyuduğunuz oda mutlaka karanlık olsun. En azından gece lambası ışığı gözünüze direkt ulaşmasın. 
Yatmadan önce başucunuza bir not defteri ve kağıt koyun. Uyanınca –hiçbir şey yapmadan- rüyanızı, ne gördüyseniz sansüre uğratmadan yazmak için yapın bunu. Tuvalete gitmek, kahvaltı, atıştırma, erteleme gibi hareketler rüyanızı unutmanıza, birbirine karıştırmanıza neden olacaktır.


13 Şubat 2015 Cuma

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ VE ŞEYTAN

Vagus sinirinin ulaştığı organlar
Bu yazımda İnançlarımız ve yaşam enerjimizi yönlendiren düşünsel kalıplarımızın çekirdeklerini negatif enerjilere dönüştüren bir etkenden bahsedeceğim.

BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ
Bedenimiz ve zihnimiz üzerinde tahmin ettiğimizden çok etkisi olan beslenme alışkanlıklarımız, neden öyle hissettiğimizin ve davrandığımızın, sağlıksızlığımızın, korkularımızın, kaygılarımızın ve daha bir çok düşünsel ve duygusal alışkanlıklarımızın hatırı sayılır sebeplerindendir.
Hz. İsa beslenme çok güzel vermiş: Yaşamak için yiyin, yemek için yaşamayın. İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa ise beslenme alışkanlıklarımız hakkında bizi şöyle uyarıyor: "Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysa ki Ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes için ayırsın."(Tirmizi, Zühd, 47). Oysa günümüz insanı zengin medeniyet coğrafyalarında beslenme alışkanlıklarının yanlışlığı ve abartısı yüzünden bir çok hastalığa yakalanmaktayken, bazı coğrafyalarında ise insanlar açlıktan ölebilmektedir.
Farkında olmadan karnımıza yolladığımız her şey aslında bir enerjidir. Kendine has özellikleri olan; bir ihtiyacımıza karşılık gelen; azı karar çoğu zarar enerjilerdir yiyecek ve içecekler. Televizyon izlerken, gazete okurken, yürürken, düşünürken, hesap yaparken yediklerimiz vücudumuzda bir çok işleme tabi tutulurlar. Sıraya konulur, muhallebi kıvamına getirilir, ayrıştırılırlar. İşe yarayacak olanlar vücuda dağıtılırken, bir kısmı bağırsaklara oradan da dışarı yollanır. İhtiyaç fazlası olanlar da Merter’de ki gibi dükkanın önüne “Export fazlası” diye satılamaz, yağ ve toksinli artıklar olarak vücumuzda biriktirilir. Biz ise sadece “yeme” kısmına odaklandığımızdan içimizde neler olup bittiğini farketmeyiz hatta düşünmeyiz bile. Ne zaman, ne kadar, hangi kalitede, doğal mı yapay mı, gerçekten ihtiyacımız var mı yok mu gibi soruları kendimize sormadan gün boyu midemize hep bir şeyler göndeririz. Böylece tüm beden sistemimizi harekete geçirmiş oluruz. Yeme- içme isteği (içki, kola vb.) ve sindirim sistemi birbirini tetikleyen kısırdöngü halinde sadece bağırsaklarımızı meşgul etmekle kalmaz, aynı zamanda düşünce ve duygu merkezlerimizi de etkileyerek beynimizi de çoğunlukla-karmaşık ve aslında hiç istemiyeceğimiz-enerjilerle sürekli rahatsız eder. İhtiyacımızı karşılamak halinden çıkıp bedenimize ve zihnimize bir işkence haline dönüşür. Herhangi bir öğünde bitkisel, hayvansal ve karbonhidratlı yiyeceklerin karıştırılarak alınması belki de (genellikle) yeterince çiğnenmeden yutulması vücudumuzun merkezinde bir çok salgının ortaya çıkmasına neden olur. Her birinin kimyasal özelliklerinin birer duyguya karşılık gelmesi, gün boyu zihnimizin neden karmaşık duygular ürettiğine sanırım doğru bir açıklama olur.
         
MİDENİZDE İKİNCİ BİR BEYİN VAR
            13 Kasım 2011 tarihli Vatan gazetesinin haberinde sözettiğimiz konu yukarıda ki başlıkla incelenmiş. Yazıda bağırsak beynin beslenme alışkanlıklarımız ve duygularımız üzerinde ne denli etkili olduğuna dair çarpıcı bilgiler vermekte: (http://haber.gazetevatan.com/midenizde-ikinci-bir-beyin-var/410556/45/Ekstra)
Freud ekolünün tanımladığı birincil süreç düşünce (iptidai ve engellenemez düşünce) ile Kur'an'da adı geçen, insanın "apaaçık düşmanı" olarak belirtilen iblisin bazı özellikleri arasında ciddi benzerlikler olduğunu düşünüyoruz. 
İblis: vesvese veren, yaldızlı sözler fısıldayan, kafa karıştıran, insanı bilmediği şeyleri söylemeye sevk eden gibi özellikleriyle aynı beslenme alışkanlıklarımızın yanlışlığından kaynaklanan negatif ağırlıklı düşüncelerin zihnimizi istila etmesi gibi birden ve engellenemez ilkel düşünce (birincil süreç düşünce) oluşmasına neden olmaktadır. Bu konu ile ilgili bilgileri daha sonra ayrıntılı bir yazı şeklinde sizinle paylaşmayı düşünüyorum. Fakat hemen belirtmem gerekir ki bir emanet ve olan beden ve organlar da kötülük aramak doğru değildir. İnsanın kendi iradesini doğru bilgi ile eğitmemesinden kaynaklanan negatif düşünceler tıpkı beslenme alışkanlıklarımız gibi değiştirilebilir ve yeniden inşa edilebilir. Yeter ki yanlış alışkanlıklarımızın farkına varalım.
Beyin ve bağırsağın embriyonun oluşma ve gelişmesinden önce cenin gelişimi esnasında bölünen aynı doku kümesinden meydana geldiği ortaya çıkmıştır. Bir bölüm merkezi sinir sistemi haline gelirken, diğer parçada enterik sinir sistemi haline gelmek için göç eder. Daha sonra iki sinir sistemi de Vagus siniri diye adlandırılan bir kablo yoluyla bağlanırlar. Baş tarafla ilgili en uzun sinirin adı Latince’den türetilmiş olup “kıvrıla kıvrıla giden” anlamına gelmektedir. Vagus siniri, beynin sapından boyun aracılığıyla kıvrılır ve nihayetinde karında sona erer. (www.altamedangel.com/www.okyanusum.com)
Yapılan araştırmalar bağırsak beynin (gut brain) kafada ki beyinde olduğu kadar sinir ağı barındırdığını ve çoğu kez beyinden emirler almayıp kendi sistemini, hafızasını ve işlevlerini yürüttüğünü göstermektedir. Spastik kolon hastalarında, stres döngüsü rahatsızlıklarında, depresyon, otizm ve daha birçok psikolojik rahatsızlıkta bağırsak beynin kafadaki beyne vagus siniri yoluyla bilgiler yolladığı, onu uyardığı aynı çalışmalarla gözlemlemiştir. 
Bağırsakların sürekli ve yanlış şekillerde çalışmaya zorlanması, esas canlılık ve yönetim merkezimiz olan otonom sinir sistemimizin (Beyin-omurilik) gerektiği gibi çalışmasına engel olduğu gibi, bizleri bağırsağıyla düşünen insanlar haline getirme tehlikesi de hiç te yabana atılır gibi değildir. Psikoanaliz de “birincil süreç düşünme” olarak adlandırılan,ilkel, denetimsiz ve çoğu kez menfi duyguların ortaya çıkışıyla, Vagus siniri yoluyla bağırsaklardan beynimizin rahatsız olma merkezi olan “Limbik Sistem’e”veriler (duygular) yollaması arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunmakta. Tıpkı Kur’an’da iblisin insanı onları görmediğimiz yerden vesveselerle kafamızı karıştırmaya çalışmasında olduğu gibi. Yeme içme konusunda bilimsel ve dinsel bilgiler birbiriyle örtüşmektedir. Bu da demek oluyor ki yedip içtiklerimize hem beden hem de ruh sağlığımız açısından dikkat etmeli, yaşamak için yemeyi kendimize ilke edinmeyi ciddi olarak düşünmeliyiz. Doğru beslenme konusunda yaptığım araştırmalara dayanarak bazı önerilerde bulunabilirim:

•Yemekçeşitlerini birbirine karıştırmamaya özen gösterin. Karbonhidratlar, bitkiselve hayvansal gıdaları aynı öğünde tüketmeyin.

•Güne hamur işiyle başlamayın. Çorbayı tercih edebilirsiniz.

•Yiyeceklerinizi ya sıvı ağırlıklı, muhallebi kıvamında alın veya bolca çiğneyerek hazmınızı kolaylaştırın.

•Yemek yerken mutlaka bir miktar su için, nefes alış verişlerinizi yavaşlatıp sakince yemek yiyin.

•Doğal ortamında, katkısız yöntemlerle yetiştirilmiş besinleri tercih edin. Paketlenmiş gıdalardan uzak durun.

•Kırmızı et tüketimine dikkat. Hayvanın beslendiği ortam, yemi, hijyeni ve kesim usülünün doğruluğundan emin değilseniz o eti yemeyin. Bunun yerine temiz sularda avlanmış balığı tercih edebilirsiniz.

•Tavuk etinde fabrikasyon üretimden uzak durun. Antibiyotiklerle güneş ışığı görmeden olduğu yerde durarak büyüyen bir tavuk, üreticinin gözünde bir ticaret malıdır. Oysa tavuk ta diğer tüm canlılar gibi saygıya layıktır. 
Hatırlayın, hayatta canlı-cansız herşey bir enerji taşır ve bu enerji bir başkasına geçebilir.

•Kola, alkol, uyuşturucu gibi içecek ve bağımlılık yapan sıvılardan vazgeçin. Bağırsaklarınızı yakarak son derece negatif duyguları harekete geçirir, zihninizin sağlıklı çalışmasına engel olurlar.

•Metabolizmanızın çalışmasını dikkate alarak yemek saatlerinizi belirleyebilirsiniz. Gece ağır yemekler kabusa neden olabilir.

•Yemeğe odaklanarak, farkında olarak yemeye gayret edin. Başka şeylerle ilgilenirken veya başka şeyler düşünürken yemekten uzak durun. Hem çok yersiniz hem çiğnemeden yiyip hazmı zorlaştırırsınız.

5 Şubat 2015 Perşembe

GERÇEK İHTİYACIMIZ: ŞÜKÜR


ŞüKüR


Adam olmuyor insan yazmakla konuşmakla,
Adamlık kabullenmek bahşedilmiş canı sadece hoşnutlukla
Senin ki dövüşmek; kaçak, her an her yerde,
Oysa şükretmek, varsa biraz onurun için tek çare.

İnanmazsan sana verilen değere,
Farkedemezsin zihninde ki güçleri ne gündüzde ne gece de
Nankörlük derler buna sokmuşsun kendini küfre
Ne yapacağını değil, ne yapamayacağını hesap edersin biteviye

Elde ki bir başkasında ki ikiden daha önemlidir,
Verilmiş olan sana bil ki gerçek nasibindir.
Hayat çünkü bu edilmez kimseye haksızlık
Dünya malı için değil, Allah rızası için yaşa.

Vesvesedir şeytanın işi, aldanma yalanlara;
Gerçek daima sadedir, dalma bitmez ayrıntılara.
Yoksa nasibin, azalmışsa nimetin
Suçlama kimseyi bil ki bu ancak senin tercihin,

Şükretmek eylemdir, iki kelime laf değil,
Verilmişse bir nimet işte o senin kısmetin.
Mukayese etmeni ister şeytan, kibirlenerek tamahkar olmanı
Herşeyinle Rahman kulusun, şükret, görmeden kulların kusurunu.

Rahman, her mahlukunda açığa çıkandır ıslahattan yana
Ihsanda bulunmuştur insana, paylaşasın diye insanlıkla
Evet haklısın kötülük ve hüsran insanın kendi elindendir
Farkedersen işareti bu velinimetindir.

Zorluk çıkageldiğinde hiç beklemediğin bir anda
Hatırla ayeti zorlukla kolaylık her zaman yanyana
Sen olmazsan eğer kendin Som altından olsan neye yarar
Bir şeye benzemez kaderin.

Aldırma söz olur diye, yap yapacağını
Hatırla ey insan ve faydalan Rahman’ın sunduğu kuvvaları.
Yaptığında eline geçmez sanma mükafatı
Ahiret sonsuzluk yurdu, dünya onun imtihanı.

Kimse başkasının hayatını yaşamaz
İnan ki sen de kendine has bir insansın.
Gülme kimseye etme alay, o da senin gibi bir kul
Ne göklere çıkar onu ne sok yerin dibine


Herkes kendi kaderini yaşar,  gerisi bahane.
Ve daima zikret Allah’ın nimetlerini
Kim isterse cahilane herşeyi
İnkar etmiştir aslında kendinde ki kudreti.

Gelip geçiyor hayat, her an yaklaşıyoruz ölüme
Kimine gore ağır bir yüktür ömür, sorsan herkes haklı
Umutlu ol her zaman kaderin bahtın hep mi kapalı.
Bu isteyene bir öneridir hatırlatmak için gerçekleri
Varsın düşünmesin insan ne gökleri ne yeri.



Murat İNAN 15Mayıs2014

10 Aralık 2014 Çarşamba

RÜYALARINIZI KAYDEDEREK KENDİNİZİ BAŞTAN KEŞFEDİN


Rüyaların öncelikle onu gören kişi tarafınızdan sağlıklı şekilde kaydedilmesi oldukça önemlidir. Kağıda, kalem kullanarak el yazısı ile yazılan rüyalar böylece üst beyin dediğimiz beyin bölümüne de kaydedilir. Siz henüz tam olarak gördüğünüz sahneleri analiz edemeseniz dahi beyin, kendi içinde bir iletişime geçmiş olur. Analizin ilk aşaması budur. Aşağıda rüya kaydetmek ve analize başlangıç anlamında kendi kendinize izleyebileceğiniz diğer adımları bulabilirsiniz.
  • Rüyalarınız size göre ne kadar saçma sapan görünse de her ayrıntıyı mutlaka tarihi ile yazın.
  • Uyanır uyanmaz, hatta yataktan kalkmadan, lavaboya gitmeden, bir şeyler atıştırıp içmeden yazın. Çünkü rüyalar 5 dakika içinde kısmen 10 dakika içinde ise tamamen unutulur veya birbirine karıştırılır. 
  • Rüyanızı anlamak için klasik tabir kitaplarına başvurmayın. Enerjisine ve bilgisine güvenmediğiniz kişilere anlatmayın. Bu davranış negatif olan enerjileri daha karmaşık ve çözümsüz hale getirebilir.
  • Rüyalarınızı kendi kendinize ele alırken genel olarak size ne çağrıştırdığını farketmeye odaklanın.
  • Rüyanın yazarının siz olduğunu hatırlayın. Senarist sizsiniz. Zihninizin mesajı da nihayetinde sizden kaynaklanmakta.
  • Rüyada geçen kişiler tanımadığınız kişiler olabilir, mümkün olduğu kadar ailenizin bireylerine indirgeyin. Ve size çağrıştırdığı duyguları kaydedin.
  • Rüyada geçen gerçekte olmayan, olayları, kişileri belirleyin. Gerçek hayatınızla ilgisiz görünen realiteden kopuk sahneleri farkedin. Örnek olarak rüyada bir yılan gördünüz ama bu yılanı çalışma masanızın üzerinde gördünüz. Normalde masanızın üzerinde yılan bulundurmuyorsanız o sahnenin ve yılanın sembolik bir değeri vardır. 
  • Çağrışım yapan kelime, rakam, işaret ve simgelere dikkat edin. Eğer bilmediğiniz bir dil veya şekil ise rüyanızı tekrar gözünüzün önüne getirerek netleştirmeye gayret edin.
  • Simge ve semboller kişiye özeldir. Size özel…rüyalarınızı yazıp kaydettikçe kendi sembollerinizin ne anlama geldiğini zamanla çözebilirsiniz.

BİREYSEL RÜYA ANALİZİ SEANSLARI HAKKINDA


NİYE RÜYA ANALİZİ?

Rüya analizi, kaynağını bilimsel araştırmalar ve kutsal metinlerden alan bir yöntemle rüyaların, gören kişiye özel çözümlenmesidir. Muhteşem beyin ve omurilik sistemimiz her anı ve deneyimimizi kaydeder. Bu kayıtlara ait uyarı mesajlarını içeren rüyaların analizi bu nedenle çok değerlidir ve  anlamlı bir iyileşme hali için mutlaka değerlendirilmelidir.


RÜYA ANALİZİYLE İYİLEŞMEK NEDİR?

İyileşmek: hem vücudumuza hem de ruhumuza  zarar veren bir duygunun, takıntının farkedilip düzeltilmesi demektir ve rüya analizi bizlere bu anlamda benzersiz bir fırsat sunar. Çünkü yaşam enerjimizi, kişisel inançlarımızı, korkularımızı, geçmek bilmeyen iç sıkıntılarımızı veya takıntılarımızı keşfedebileceğimiz en önemli veriler bilinçaltı rüyalarda saklıdır ve doğru kişilerin yapacağı rüya analiziyle ortaya çıkarılırlar.
Herşey de olduğu gibi iyileşmeyi ve değişimi istemek ve bizzat sorumluluk alarak rüya analizi talebinde bulunmak, iyileşmek için temel dayanaktır.



KAÇ SEANS İYİLEŞME HALİ İÇİN YETERLİDİR?



İlk seans genel bilgilenme,bilgilendirme ve bir veya iki rüyanın analiziyle tamamlanır. Danışanın sorunlarının derinliğine  göre sonraki seansların yol haritası belirlenir. Danışanda hedeflenen farkındalık ve iyileşme  gerçekleşince seanslar sonlandırılır. Danışanla yapılan yol arkadaşlığı ise danışan istediği sürece hep sürer

SEANSLARIN SONUNDA ELDE EDİLECEK KAZANIMLAR

En belirgin kazanım; danışanın önce ki haline oranla belirgin bir şekilde dinginleşmesidir. Fiziksel ve psikolojik olarak  sağlamlaşan danışan devamında gerçekleşen enerji açılımıyla birlikte özgüven artışı ve barışçıl bir ruh haline ulaşacaktır. Bunlarla birlikte hayatında ki önemli problemlerin çözümünü farkedebilecek ve kişisel değişim yolunda ilerlemesini sağlayacak cesareti hep içinde hissedecektir.

Murat İNAN
Rüya Analisti

Rüya Analizi Seans talepleriniz ve sorularınız için: ruyaanalisti@gmail.com/0533 330 66 36

www.ruyaanalisti.com'da verilen bilgiler sizleri aydınlatmak amaçlı olup tedavi niteliğinde değildir
Site içerisinde yer alan bilgiler ziyaretçileri bilgilendirmek amaçlı olup, verilen bilgiler hiçbir şekilde başka amaçlar için kullanılamaz. Tanı ve tedavi uzman ve doktorlar tarafından yapılması gereken son derece ciddi bir işlemdir. Tüm hastalıklarınız, psikolojik tanı ve tedavi gerektiren sorunlar için lütfen ilgili hekim ve uzmanlara danışınız.

3 Kasım 2014 Pazartesi

RÜYALARINIZIN NE ANLAMA GELDİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Rüyalar kadar gerçekci ve aynı zamanda anlamakta zorlandığımız başka bir gizem var mıdır acaba hayatta. Hissetirdiği gerçeklik duygusu nedeniyle büyük bir merak uyandıran rüyalar acaba gerçekte ne anlama geliyor.
İnsan ömrünün ortalama 4-5 yılı rüyada geçer. Bu süre, rüyanın, beynin saçma ve belirsiz bir kurgusu olarak kabul etmemize engel olacak kadar uzun bir süredir ve tesadüf karşılığı verilerek dahi açıklanamaz.
Ama baştan belirtmeliyim ki  rüyalar çoğumuzun inanmak istediği gibi gelecekten haber veren değil; geçmişten gelen enerjisel kayıtları semboller yoluyla açığa çıkardığı için önemlidir. Çünkü olup biteni anlamak için geçmişi bilmek, geleceği tahmin ve tayin etme kaygısından çok daha akıllıca bir yaklaşımdır. Bugünü anlamak için geçmişi bilme ihtiyacımızı farkedersek yaşamımız daha sağlıklı ve anlaşılabilir bir hale dönüşür.
Artık anlamı tanınmaz hale gelmiş evrensel eşitlik gerçeğinin, bitmek bilmeyen korkuların, savaşların, öfkelerin ve beklentilerin barışçıl ve evrensel yolla çözülmesi adına rüyalar en sağlam klavuzlardandır. Üstelik izlediğimiz sahneler öncelikle kişisel sağlığı bulabilmemiz ve iç dünyamızın dengelenmesine ışık tuttuğu için özellikle dikkate değerdir.
Yaşadığı her anı, aldığı besinleri, soluduğu havanın kalitesini, duyduklarını, gördüklerini ve daha bir çok şeyi sürekli kaydeden insan beyni ve omuriliği, RNA lar yoluyla atalarından kendisine aktarılan bilgiyi de yüklendiğinden gerçektende bir çok soruyu ve cevabını kendi bünyesinde taşımaktadır.
Ana rahmine düştükten bir ay sonra kayıtlar yapmaya başlayarak sonradan adına bilinç altı dediğimiz müthiş bir alan oluşturan insan zihni tüm bu karmaşık ve devasa hafızayı barındırır. Enerjileri, bilgileri ve deneyimleri kodlayarak depolayan bilinç altı sistemi henüz bir kurbağa larvasına benzediğimiz o dönemden itibaren kayıtlarını tutar.
Ana rahminde ki 20, 24 ve 30 günlük şeklimizin bir anatomi kitabından alınmış görüntüsü.
Antik çağ filozoflarından peygamberlere; sıradan insanlardan mucitlere; sanatçılardan kaşiflere kadar tarih boyu milyonlarca insanın önce kendilerine sonra da insanlığa katkıda bulunmalarına örnek verilebilecek bir çok rüya acaba sadece tabir mi edilmiştir? Cevabı net bir şekilde hayırdır. İnançları değiştiren ve enerjileri düzelten rüyalar hep analiz edilmişlerdir. Türkçe deyimiyle “çözümlendirilmişlerdir”. Rüyalar ancak bu yolla fayda sağlamışlardır.
Rüyaları öncelikle kendimizi keşfetmek için ele almalıyız. Çaresizce kabullendiğimiz değişmez sandığımız ‘Kader’ inanışına karşı gücümüz, çözümü bize her gece semboller ve çağrışımsal yollarla sahneleyen rüyalardır. Doğru analiz edildiğinde zihnimizde bir yerlerde düğümlenip kalmış negatif bir inancı çözmenin rahatlığıyla önce şaşırır sonra da kendimizi daha özgürleşmiş hissederiz. Bu, rüya analizinde yaşanan en doğal tepkilerden biridir.

Çok korktuğumuz bir şeyden sadece rüya analizi ve doğru bilgiyle kurtulabileceğimiz fikrine ne dersiniz? Yıllar içinde bir çok örneğini yaşadığımız bu ilham verici özelliği bile rüya analizinin tabirinden, tefsirinden farklı kılmaya yeterli değil midir?
Örnek olarak rüyanızda köpek gördünüz ve tabir kaynaklarından köpeğin "düşman" olduğunu öğrendiniz. Peki ya gerçekte o köpek sembolü size sizin hakkınızda bir şey anlatmışsa.. bilinç altınız sizde farkındalık oluşturmak amacıyla köpek sembolü ile size özel neyi, kimi gösteriyor? eğer farkına varabilirseniz yapılan analiz size ondan sonrası için ne gibi uyarılarda bulunuyor?
Tabir etmeye çalıştığınızda düşmanı bulmaya çalışacak ve belki tedbir alacaksınız. O kadar. Fakat rüyanızın size özel mesajı - analize yönelmemeniz sebebiyle- anlaşılmadan yok olup gidecek.
Falcılara veya gizemli kişilere gitmeden, batıl yollara başvurmadan ve onlardan medet ummadan size her gece ulaşan ve sizden para da istemeyen rüyalarınıza önem verirseniz elbette faydasını görürsünüz. Kişisel yaşam enerjinizin geçmişte nasıl bir temel üzerine oturduğunu farkederek bugününüzü, korkularınızı, abartılı duygularınızı, sıkıntılarınızın kaynağını evrenin sembol dili olan rüyalar ile keşfederek kişisel değişiminizi başlatabilirsiniz. Yeter ki iradi yönde istekli ve azimli olun, rüyalarınızı kaydederek doğru bir yöntemle çözümlendirmeye yönelin.
Belki de aradığınız çözüm çok aşina olduğunuz bir konudadır. Belki de mantığınız sizi nefsani şartlanmalarla oyalayıp duruyordur.
Kendinize yatırım yapın. Rüyalarınızın ne anlama geldiğini merak edin.